28 Ocak 2012 Cumartesi

Dünyaca ünlü fotoğrafçıdan New York hatırası

Ocak ayı New York ayı oldu:)) Geldim geleli New York postlarından başka bir şey çıkmadı benden. İş güç derken yoğun bir dönem geçti. Aklım derseniz hala 'New York'ta:))

Unutturmuyorlarda, TV'de nereyi açsam ya New York'ta geçen bir filme, ya da bir şarkıya rastlıyorum. Zaten unutacakta değilim. Çünkü hala tadı damağımda:))

Bu günün Sabah Gazetesinin Cumartesi ekinde de bakın ne çıkmış:))) Bir de bu
Böylece Steve McCurry'nin çektiği fotoğrafı da görmüş olduk:)))


Dünyaca ünlü fotoğrafçıdan New York hatırası


28.01.2012 - Yeşim Kasap

 
Dünyanın dört bir yanından, 8 binden fazla kişi başvurdu; ancak Aile Portreleri yarışmasına katılan ailelerden sadece 11'i, New York'ta ünlü fotoğrafçı Steve McCurry'ye poz verme şansı yakaladı. Onlardan biri de Özgümüş ailesiydi...

Güneşli bir New York sabahı. Altı kişilik fotoğrafçı ekibi toplanmış. Arkada Manhattan manzarası, Brooklyn Köprüsü'nün ayağında çekimler başlıyor. Dünyaya adını Afgan Kızı portresiyle duyuran Steve McCurry, fotoğraf makinesinin arkasına geçmiş, objektiften 'etrafı kesiyor'. McCurry hayli sinirli. Sağa sola komutlar yağdırıyor; yardımcıları oradan oraya koşturuyor. Zihninde oluşturduğu bir görüntü var ve bu görüntünün, çekeceği kareye aynen yansımasını istiyor: "Martılar, martılar!" Cebinden yem çıkarıp martıları yemliyor. Onlar da kareye girsin! Sonra gözü, ekip arkadaşlarıyla çene çalan yardımcılarından birine takılıyor. Hızla yardımcısının yanına seyirtip, kızcağızın elinde tuttuğu montları ve paltoları yere fırlatıyor; kızı, makyözü çağırmaya gönderiyor. Sonra ekip yer değiştiriyor, başka bir yerde 'üs' kuruyorlar. Amaç, McCurry'nin istediği 'o' kareyi yakalayabilmesi. Hayır, elbette bir moda çekimine tanıklık etmiyoruz. McCurry bir ailenin, üstelik Türkiye'den bir ailenin portresini çekiyor. Şanslı aile, Ankara'dan. Simin Özgümüş, eşi Emre ve beş yaşındaki oğulları Okan. Onları Ankara'dan ABD'ye getirense, beyaz eşya markası Hotpoint-Ariston'un Aile Portreleri adlı fotoğraf yarışması; daha doğrusu, bu yarışmayı kazanan ailelerden biri olmaları. Marka, Steve McCurry'le birlikte 1 Temmuz'da Aile Portreleri yarışmasını başlattı. Ödülün yılbaşında New York tatili ve Steve McCurry tarafından fotoğraflanmak olduğu yarışma kapsamında, Türkiye'nin yanı sıra İtalya, Fransa, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Rusya, Ukrayna, İngiltere, Hollanda, İspanya ve Portekiz gibi, Hotpoint- Ariston'un faaliyet gösterdiği ülkelerdeki ailelerden, herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda çektikleri aile fotoğraflarını, web sitesine yüklemeleri istendi. Web sitesine yüklenen fotoğraflar içinden, site ziyaretçilerinden en çok oyu alan ilk 100 fotoğraf, ilk elemeyi geçti. Bu fotoğraflar arasından, yarışma jürisinin yaptığı ikinci bir elemeyle her ülkeden 10 fotoğraf finale kaldı. Son aşamadaysa Steve McCurry finale kalanlar arasından en ilgi çekici kareyi belirledi. Ve sonunda ünlü fotoğrafçının en çok beğendiği fotoğraflardaki aileler, yani 11 ülkenin birincileri, çoluk çocuk, yaşlısı genci, 27 -01 Aralık 2011 tarihleri arasında New York'ta buluştu.

BLOG'UM ÜZERİNDEN ULAŞTILAR Grafiker olan Simin Özgümüş ve ailesi bu yarışma sayesinde ilk defa ABD'ye gelmiş: "Yarışmayı, 'We are social' isimli iletişim ajansından gelen bir mail ile öğrendim. Boş zamanlarımda yaptığım hobi çalışmalarımı ve ailemle ilgili güzel anları paylaştığım bir blog'um var. Okumuşlar ve ailemden bahsetme tarzım ilgilerini çekmiş. Gönderdikleri mail'de, Aile Portreleri yarışmasından bahsedip katılmamı istediler. Kazanacağımızı tahmin etmiyorduk. Bizim için büyük sürpriz oldu. Bu tip yarışmalardan herhangi bir ödül kazanmışlığımız yok. Yarışmayı kazanmamız da oğlumuz Okan'ın şansı. Umarım tüm hayatı boyunca böyle şanslı olur. Kazandığımızı bildiren mail geldiğinde, önce inanamadık. Tekrar tekrar okuduk. Çok şaşırdık ve çok heyecanlandık. Hayatımız boyunca yaşadığımız çok farklı ve heyecanlı bir deneyimdi bizim için. Bir daha böyle ünlü bir fotoğrafçının objektifine poz verme şansımız olur mu, bilmem."



LEVENT KENEZ - 28.01.2012 Zaman

Hotpoint-Ariston'un sosyal medya aracılığıyla gerçekleştirdiği Aile Portleri yarışması akademik bir çalışmaya esin kaynağı oldu. Araştırma Avrupa'da aile kavramının küçüldüğünü teyit ederken, iki ve daha az çocuklu aile sayısı belirgin bir oranda öne çıktığını gösteriyor.

'Anne gökdelenler beni takip ediyor'. Geç saatlere kadar uzayan akşam yemeğinde diğer yaşıtları gibi masada sızan minik Okan'ın uyanınca ilk sözleri bunlar. Bütün gün Manhattan sokaklarında ailesi ile dolaşıp yorgun düşen ufaklığın rüyasına giren gökdelenler, aslında 2012'ye arkadaşlarından şanslı girmesini sağlayan yılbaşı tatilinin onda bıraktığı ilk izlenim. Beyaz eşya üreticisi Hotpoint-Ariston'un aile kavramına dikkat çekmek için Avrupa'nın 11 ülkesinde aynı anda düzenlediği 'Aile Portreleri' yarışmasının Türkiye talihlisi Özgümüş ailesi, yarışmanın ödülü olarak yeni yılı diğer talihli aileler ile New York'ta karşıladı. Yarışmanın tatil dışındaki bir diğer ödülü de kazanan ailenin fotoğrafını Zaman okurlarının yakından tanıdığı dünyaca ünlü fotoğrafçı Steve McCurry'nin çekmesi.
Sosyal medya aracılığıyla düzenlenen yarışmaya herkes aile resimlerini göndererek katılmış. Jüri, binlerce resim arasından, ziyaretçilerin verdiği oyları da dikkate alarak ilk elemeyi yapmış ve fotoğraf sayısını 100'e düşürmüş. Kazanan talihliyi de ailelerin fotoğraflarını New York'un değişik mekânlarında çekecek olan McCurry bizzat seçmiş. Her fotoğrafı neden seçtiğini anlatan ünlü fotoğrafçının Özgümüş ailesinin karesi için yaptığı yorum ilginç: "Fotoğraf, çocuğun ailenin merkezinde yer aldığını gösteriyor ve ailenin tüm fertlerinde büyük bir sevimlilik ve memnunluk göze çarpıyor."

Yarışmaya katılmak anne Simin'in fikriymiş. 'Olmaz ama bir şansımı deneyeyim' diye gönderdiği resim en çok oyu alınca kendilerini New York'ta bulmuşlar. Eşi Emre ile yaklaşık bir hafta geçirdikleri New York'u da çok beğenmişler. Şehrin düzeni ve temizliği onları çok etkilemiş. Bir de organizasyonun bu kadar ciddi olacağını tahmin etmediklerini söylüyor.
Yarışmaya Avrupa'nın 11 ülkesinden gönderilen binlerce aile fotoğrafları, bir akademik çalışmaya da esin kaynağı oldu. 8 bin 300 fotoğrafı inceleyen Avrupa Aile İlişkileri Derneği, Avrupa'da değişen aile profilini masaya yatırdı. Dernek başkanı Camillo Regalia, ailelerin gönderdikleri portrelerde kendilerini ortaya koyuşunun bilinçli veya bilinçsiz olarak toplumdaki değişimlerini ve yönelimlerini gün yüzüne çıkardığı görüşünde. Avrupa'da aile kavramının küçüldüğünü teyit eden araştırmada iki ve daha az çocuklu aile sayısı belirgin bir oranda öne çıkıyor. Birkaç kuşağı bir araya getiren fotoğrafların azlığını, toplumdaki güven kaybı ve ailenin tarihsel kökenlerinden uzaklaşması olarak açıklayan Regalia'ya göre, gönderilen aile fotoğrafları genel manada Avrupai aile imajını destekliyor. Birkaç neslin bir araya geldiği fotoğraflar en çok Fransa, İspanya ve Türkiye'den gelirken, yalnız aileler Orta ve Doğu Avrupa'dan. Bu oran Rusya, Çek Cumhuriyeti ve Romanya'da yüzde 80'lere kadar çıkıyor.

Üşüdüklerine değdi!
Steve McCurry, Türk ailenin fotoğrafını çekmek için mekân olarak tarihî Brooklyn köprüsünü en güzel gören Old Fulton'daki parkı seçti. 'Rahat günlük kıyafetlerinizle gelin' dese de Emre'nin çizgili gömleği usta fotoğrafçının onayından geçmedi. Asistanları Emre'ye acilinden mavi bir kazak ayarladılar. 2011'in son gününde iki saat süren çekimlere başlamadan önce birçok yer denemesi yapıldı. Bazı yerler önceden izin alınmadığı için mümkün olmadı. Bu da Amerika'da bu tür işlerin ne kadar ciddiye alındığının bir göstergesi. Ailenin biraz üşümek zorun kaldığı çekimlerden sıkılan Okan'ı yatıştırma görevini bizzat Steve üstlendi. Arka fona martılar gelsin diye asistanlar epey ekmek tükettiler. Simin'in rüzgârda dağılan saçları yüzünden sık sık ara vermek zorunda kalınınca makyöz sonunda saçları toka ile sabitlemek zorunda kaldı.

Steve McCurry'den aile fotoğrafı tüyoları


Sizi bu projede yer almaya çeken ne oldu?
Biliyorsunuz ben portre fotoğrafçısıyım. İşim bu. İnsanları çekmeyi seviyorum. Değişik ülkelere mensup ailelerin bireyleri arasındaki ilişkileri, etkileşimi fotoğraflamak benim için güzel bir fırsat diye düşündüm.
Fotoğrafları seçerken kriterleriniz nelerdi?
Öncelikle duygu yoğunluğuna baktık. Aile kavramını anlatıp anlatmadıklarına önem verdik. Neşeli ve hikayesi olması da önemliydi tabii ki.
Projenin teması aile. Aile sizin için ne anlama geliyor?
Aile bireyleriniz hayatınızdaki en önemli insanlar. Yardıma ihtiyacınız olduğunuzda ilk güveneceğiniz kişiler bunlar ve bu hayatınız boyunca geçerli. Bence güçlü bir aileye sahip olmak hem birey için hem de toplum için güzel bir şey.
Eskiden ailece fotoğrafçıya gidilir, çekilen fotoğraflar evin baş köşesine konurdu. Şimdi böyle bir gelenek kalmadı. Eskiden aile fotoğrafları daha mı önemsenirdi?

Aslında günümüzde daha fazla aile fotoğrafı çekiliyor. Malum dijital imkanlar çok daha fazla. Ama artık fotoğraflar tab edilmiyor. Bilgisayarda bir köşede duruyor. Evet o gelenek kayboldu ama aile fotoğraflarının daha az tercih edildiği ya da önemsiz olduğu doğru değil.
Birçok ailenin fotoğrafını çekeceksiniz. Sizin ailenizin toplu portresi var mı?
Bir düşüneyim... Hayır, hayır yok (gülüşmeler)
Aile bireylerinin fotoğrafını çeken amatörler fotoğrafçılara ne tavsiye edersiniz?
İnsanları hareket halinde çekin. Öyle asker gibi poz verdirir gibi değil. Bir kere fotoğrafın kendisinin samimi olması lazım. Çocuğunuzu oyun oynarken o farkında olmadan çekin, karınızı yemek yaparken ya da bir şeylerle uğraşırken çekin. Yarın öbür gün çocuğunuz fotoğraflara bakarken 'annem mutfaktayken', 'babam bir şeyleri tamir ederken' desin. İnanın böylesi daha değerli...

9 Ocak 2012 Pazartesi

Hotpoint ile NEW YORK - son gün

Sanırım bu fotoğraflar New York'taki son günümüzü çok güzel anlatıyor.

Yorgun ve buruk... 


Hiç bir zaman unutamayacağımız bir macera oldu bizim için. Okan bile hala etkisinde:)
Beş gün boyunca neler yaptığımızı, nerelere gittiğimizi anlatmaya çalıştım. Ancak yazılanların dışında yaşadığımız o güzel anlar her zaman aklımız da ve kalbimiz de olacak.


Çok güzel ve dolu dolu günler geçirdik. Çok tatlı ve birbirinden farklı, 9 ülkeden (İngiliz, İtalyan, Fransız, Portekiz, İspanyol, Hollanda, Çek, Polonya, Romanya) aileler tanıdık. Hiç aklımızın ucuna bile gelmeyecek bir yerde, rüya gibi bir tatil yaşadık. Steve McCurry ile tanışıp, fotoğraf çekimi yapılması da hayatımız boyunca unutamayacağımız bir deneyim oldu. Böyle bir şans bir daha olur mu bilmem ama aklımız fena halde New York'ta kaldı. Kimbilir belki bir gün yolumuz yine düşer.

Bu inanılmaz günleri bize yaşatan
HOTPOINT-ARISTON'a çok çok teşekkürler:)))


Özellikle orada bize her konuda yardımcı olan Indesit Company'den Micaela ve Rafaella'ya sonsuz teşekkürler:)))))




6 Ocak 2012 Cuma

Hotpoint ile NEW YORK - 5. gün

İşte büyük gün :)))) 31 Aralık 2011, koca bir yılın son günü. Bizim için ise New York'ta geçireceğimiz son gün ve asıl önemlisi Steve McCurry ile fotoğraf çekimimizin yapılacağı gün :)))

Günün programı;

7.30 – 10.00 Breakfast at FAO Schwarz – Private session with Santa (FAO Schwarz'da kahvaltı ve Santa ile buluşma)
10.00 – 19.30 Free Time (Boş zaman)
19.30 – 1.00 New years eve Dinner on private boat with fireworks at midnight under The Statue of Liberty.
-Include open bar – DJ (Yılbaşı programı)


New York'taki son günümüzde, sabah otelin önünde bizi FAO Schwarz'a götürecek bir "School Bus" bekliyordu.

 

Çocuklar için unutulmaz bir gezi olacağı daha başından belliydi.


FAO Schwarz (767 5th Avenue 58th St.) Central parka yakın, Apple Store'un hemen yanında bir oyuncakçı. Yeni yılda çocuklar için düşünülmüş çok güzel bir yer :)



Çocuklar kadar bizim için de heyecan vericiydi :)) Mağazayı sırf biz daha rahat gezebilelim diye açılış saatinden iki saat önce açmışlar.



İlk durağımız "The Big Piano"nun olduğu bölüm. Çocukların hepsi burada çok eğlendiler. Onlar piyanonun üstünde notalara basarak kendilerinden geçerken, biz de bizim için hazırlanmış, kahvaltı masasından bagel, kruvasan, meyve ve portakal suyuyla bu eğlenceyi seyrettik :))


Santa da oradaydı ve onunla poz vermesek olmazdı :))


Daha sonra "Kurşun Asker" kostümlü bir görevli ile başladık bu çılgın oyuncakçıyı gezmeye.


Bir ara alkış sesleri duyduk. Meğerse mağazanın açılış saati gelmiş ve günün ilk müşterilerini çalışanlar kapıda alkışlarla karşılıyorlar. Çok hoştu :))


Turumuz bittikten sonra, alışveriş etmek için biraz zamanımız vardı. Tabii biz hemen legoların olduğu bölüme gittik.




Sonra mı?

Sonra çekim için kapıda bizi bekleyen limuzine binip, çekimin yapılacağı yere doğru gittik :)))


Steve McCurry ile yapılacak olan fotoğraf çekiminin nerede olacağını bilmiyorduk. Çünkü her ailenin çekimleri farklı yerlerde olmuş.


Ve işte bizim fotoğraflarımızın çekileceği yer.

Brookly Köpküsünün ayağının dibi.

Çekim hazırlıkları sürerken, yine bol bol fotoğraf çekme şansımız oldu. Hem de yeni makinanın özelliklerini deneme fırsatı bulduk. Daha çok Emre çekse de gezi boyunca fotoğrafları, benim de bir-iki denemem oldu :))



Bir yandan çekim için hazırlıklar devam ederken, bir yandan da Oki'nin yaralı dudağı kamufle edildi :)


Emre fotoğraf çekmeye devam etti :))


Benim de makyajım yapıldı :))





Çekim dış mekanda, hele bir de "Doğu Nehri"nin kenarında olunca çok üşüdük. Ancak çekim aralarında montlarımızı giyebildik. Okan için çok zor oldu. Hem soğuk, hem ayakta olmak onu çok yordu. Biz de yorulduk ve çok üşüdük ama inanılmaz bir deneyim yaşadık :)

Çekilen fotoğraflar hakkında bir bilgimiz yok. Ne zaman görürüz? nasıl görürüz? görebilir miyiz? bilmiyorum. Çekim sırasında fotoğraf makinasını asistanlardan birine verip çekim anını çektirmekte gelmedi aklımıza.

Ama sonrasında Steve McCurry ile fotoğraf çektirdik :)))




Çekim bitip otelimize dönerken daha yolda Oki uyuya kaldı. Odaya çıkıp yatırdık hemen. Vakit erken olmasına rağmen, akşam uzun olacağı için uyandırmadık. Emre de dinlenmeyi tercih edince, ben tek başıma çıktım sokağa. Sabah giderken yolda "Hallmark"ın dükkanını görmüştüm. Craft mağazalarının hayalini kuran ben, hiç bir mağaza göremediğim için en azından oraya gideyim dedim. Otelimiz 29. sokakta, Hallmark ise 40. sokakta idi. Dümdüz yürüdüm yol boyunca. Hallmark'ı buldum, dolandım içeride. O güzel tebrik kartlarına baktım. Sonra otele geri döndüm.

Baktım bizimkiler yeni uyanmış. "Hadi" dedim "son günümüz, otelde oturmak olmaz, kalkın parka gidelim". Hazırlandık Madison Square Park'a gittik yine. Bir gün önce dolaştığımız yerlerde dolaştık tekrar.

Sonra akşam için hazırlanmak için otele döndük.



Artık yeni bir yıla girmek için hazırdık.



2012'ye işte böyle bir yerde World Yacht (Pier 81 W. 41st Street)



Böyle bir manzarada,

ve böyle bir anda girdik :))))))))

Hotpoint ile NEW YORK - 4. gün

Bugün bizi yine yoğun bir program bekliyordu. Sabah yine 05.00 da uyandım :))) Bizimkiler de uyanınca, kahvaltıya indik. Neyse ki Oki'nin dudağının şişi inmiş, ancak kızarıklığı geçmemişti. Zaten daha sonrada kabuk bağladı :(((

Tura çıkma zamanı geldiğinde, hazır ve nazır yeni günün heyecanı ile lobide buluşuldu.

Bu günün programı;

7.00 – 8.30 Breakfast in reserved area in “Carlton” Hotel (Otelde Kahvaltı)
9.00 – 15.30 Tour Downtown - Chinatown – Seaport - Lunch at 'Sequoia' (Downtown-Chinatown-Seaport turu ve 'Sequoia'da öğle yemeği)
16.00 – 19.30 Free Time (Boş zaman)
19.30 – 22.30 Hill Country BBQ Dinner (Hill Country BBQ da akşam yemeği)


Yollarda yine çok estetik ve güzel binalar gördük.


Aaaaa bir de baktık "Flatiron" binası :))) Emre ile en çok görmek istediğimiz yapılardan biriydi. Zira bir çok filmde karşımıza çıkan bu binayı yakından görmek ve fotoğraflamak istiyorduk. Otele de yakın olması bizi çok mutlu etti ve daha sonrasında etrafında dolaşıp, bol bol fotoğraf çekme fırsatı bulduk.



Yine otobüsle giderken Wall Street deki "Charging Bull" (Wall Street Bull) Heykeli'ni gördük. İnsanlar sıraya girmiş, boğa ile fotoğraf çektirmek için bekliyordu :))


 
Turdaki ilk durağımız "World Financial Center". Sanırım sabah saatleri olduğu için çok tenhaydı. Zaten çok da zamanımız olmadığı için merkezin içinden geçip Hudson Nehri kıyısındaki avlusunda gezinmeyi tercih ettik. Vee işte burada uzaktanda olsa Amerika'nın simgesi haline gelmiş Özgürlük adasındaki "The Statue of Liberty" "Özgürlük Heykeli"ni görme şansımız oldu :))



Özgürlük Heykeli ile ilgili kısa bir bilgi vermek gerekirse, 1884-1886 yılları arasında inşa edilmiş olan bu bakır heykel, Fransızların ABD'ye 100. yıl hediyesi.


Sonraki durağımız, "World Trade Center" (Dünya Ticaret Merkezi). 11 Eylül 2001 yılında terör saldırıları sırasında yıkılan "İkiz Kuleler"in bulunduğu yer :((




Yukarıdaki fotoğrafta arka tarafta inşaat halindeki yer. Ama biz  "St. Paul's Chapel" e gittik.


New York'un bu tarihi kilisesi 11 Eylül terör olayı sırasında kurtarma ve koordinasyon merkezi olarak kullanılmış. 


 

Artık bu kilise o güne ait acı hatıralar ile dolu bir yer :(

Hayatını kaybedenlerin fotoğrafları, kişisel eşyaları...





Yardım ve kurtarma ekiplerine ait eşyalar, rozetler....

Beni çok etkileyen şeylerden biri de, o gün orada hayatını kaybedenlerin isimlerinin bulunduğu bu Amerika bayrağı oldu.

Kiliseden garip bir ruh haliyle ayrıldık.

Otobüsümüzü beklerken Oki ile verdiğimiz bu pozda dudağının durumu ortada :(((


Otobüsle yolumuza devam ederken yanından geçtiğimiz "Battery Park"


ve yolun devamında karşımızda Brooklyn.


Sonra öğle yemeği için "Seaport" limandayız :))




Öğle yemeğini Sequoia da yiyoruz.



Yemekten sonra Brookly Köprüsü ve arkasında Manhattan Köprüsü. Burada bol bol fotoğraf çekiyoruz.






Dönüş yolunda "Chinatown" dan geçip etrafı izleye izleye otelimize döndük.


Otele döndüğümüzde saat 16.00 civarıydı. Üç saatlik boş zamanımızı yakın bir yer olduğu için Madison Square Park'ta geçirdik.


 Okan parkta doya doya oynadı,




Çok güzel bir park. Orada olmak bize de iyi geldi. Hava çok güzeldi ve biraz olsun günün yorgunluğunu atmış olduk.


Hem oturup dinlendik, hem de biraz yürüyüp "Flatiron"un gördük :))

 

İtalyan mimar Daniel Burnham tarafından tasarlanan ve yapılan bu üçgen şeklindeki binaya ütüye benzediğinden dolayı Flatiron denmiş. Manhattan 175 nci cadde üzerinde Broadway ile Doğu 22 ve 23. sokakların birleştiği alanda yer alıyor. 1902 yılında inşaatı bittiğinde şehrin en yüksek yapılarından birisi olmuş. 1 aya kalmaz yıkılır denmiş ama bu gün hala ayakta ve Manhattan da yer alan çok özel yapılardan biri.





Flatiron'ı bolca fotoğrafladıktan sonra sol tarafından, Broodway yolundan biraz daha yürüdük.


Mağazalara baktık biraz...


Hava kararınca da geldiğimiz yoldan,



Madison Square Parktan geri otelimize döndük.


Akşam da yemek için Hill Country BBQ 'da  idik. (30 W 26th St (between 6th Ave & Broadway). Otele yakın olduğu için yürüyerek gidebildik.


Burada büyük boy karton bardaklarda makarna, salatalık (salata niyetine) ve diri pişirilmiş fasulye (garnitür niyetine) geldi. Sonrasında bir tepsi barbekü soslu etler, kaburgalar ve tavuklar geldi masaya. Country müzik eşliğinde, kağıt tabaklarda yenilen bu yemekten sonra yürüyerek tekrar otele döndük. Bu günümüz de böylece sona erdi. 

Başka neler var neler:))

Related Posts with Thumbnails